Çırağan, Beylerbeyi, Dolmabahçe/Yıldız vb. Saraylar 1856/76 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş evresi içinde inşaa edilmiştir.
Tüm bu saraylar temelde 20 yıllık bir süreci kapsar. Aynı dönemde konak yangınları artarken barok saraylar boy verir!!
İmparatorluk, savaşların, toprak kayıplarının ve politik zayıflığın üzerini görkemli saraylar inşaa ederek örttüğünü sanarken!!!
Balkanlar’dan, Kafkas’lardan, Şam’dan, Bağdat’tan gelen müslüman mülteci sığınmacılar cami avlularında sabahlıyordu!!
Günümüze ne kadar da benziyor değil mi?
Ahali ekmek derdindeyken, devlet savaş ve saray derdinde. Memleketin dört bir yanı yangın/sel, sığınmacı/kaçak ve mülteci mahali!!
Coğrafi olarak küçüldükçe, saltanat ve payitaht, yönetim merkezi olan İstanbul’un ihtişam görkemini artırarak güç göstergesinde bulunur Osmanlı. Ama bu gereksiz şaşa politikası çöküşünü durdurmaz.
Savaş kaybedildikçe, hala güçlü görünmek için, janjanlı saray eğlenceleri, görkemli kortej alayları düzenler!!
Saray dışı kalanlar açlık, işsizlik, göç ve cehalet içinde yanlış politikaların altında ekonomik olarak inlerken, saray erkanı afili yaşamına devam ededurur!!
Ben demiyorum, tarihi incelerseniz öyle görünüyor!!
Bir insanın itibarı, bilgisi, kültürü, güvenirliği yaşadığı lüks yaşam alanlarıyla belirlenmez.
Öyle zannedenler bilakis öyle olanlardır.
Bir toplumun refah seviyesini belirlemek istiyorsanız fakirinin, işçisinin, göçmeninin ve vatandaşının nasıl yaşadığına ne yediğine, huzurunun olup olmadığına bakarsınız!!
Bir ülkenin kalkınma göstergesi iktidara yakın iş adamlarının gelir artışıyla ölçülmez,
bu insafsızlıktır.
Kalkınma göstergesi için işçi ve asgari ücretlinin nasıl ve ne şartlarda yaşadığına bakmalı!!
Eğer senin ülkende sadaka amaçlı dağıtılan gıda ürünleri için sıraya girenler, akşam pazarını bekleyenler, çöp karıştıranlar günden güne artıyorsa senin bahsettiğin kalkınma saray erkanını kapsıyordur, halkı değil.
Gösterişli kamu binaları, hanlar/hamamlar fakirin karını doyurmaz.
Süper lüks resmî araçlar, koruma ordusu, ultra konforlu özel uçaklar, çeşitli yerde yazlık köşkler/saraylar, devasa gemiler kamu yararına değilse başına beladır.
Aç insanın gözü, gösteriş/janjan, lüks, değil
iş/aş, arar!!
KKTC’de markete giyiyorsun, bir çanta ıvır/zıvır 150 lira. Meyve fiyatları 10/40 TL arası.
Sebze fiyatları ise 5/30
Süt ürünlerinde yerel üretim, ithal ürünlerle aynı fiyatta!!
Uçağa, tıra, gemiye, kamyona binerek ekvator ülkelerinden gelen üzüm, yerli Verigo üzümden daha uygun fiyata!!
Bu koskocaman bir açgözlülük!!
Bu düpedüz acımasızlık ve çarpıtlık!!
Baba evi yağmaya gidiyor, bir çıngıcık da ben çalayım ahlaksızlığı!!
Et ürünleri ayrı acı bir tablo:
5 yaşında ineği kesiyor ve dana fiyatına satıyor.
Koyunu kesip kuzu fiyatına satıyor!!
Üstelik ateş pahasına!!
Nasıl başarıyor bunu??
Çünkü salhane kontrolleri ve kesim denetim altında değil.
Çünkü devlet yem ithalatını özel şirketlerin keyfine bırakmış!!
Her türlü ithal üründe gümrük/vergi vs harcırah sonrası %’de 300/400 kar payı oranı ne kadar adaletli sizce!
Güney/Kuzey arasında geçiş yapabilen istediği ürünü hangi tarafta ucuz ise oradan alabiliyor.
Rum Kuzey’den benzin ve tütün ürünleri alıyor. Türk Güney’den tv/bisiklet ve bazı gıda ürünleri.
Geçiş yapamayan KKTC vatandaşı, öğrenci, işçi ve diğerleri ise Kıbrıslı Türk tacirin acımasız insafına bırakılıyor!!!
İletişim kalite standartlarının altında ama; giderlerimiz dünya fiyat standartlarının çok üstünde.
Elektrik/su/gaz ve kira bedelleri çok acımasız ve hunharca!!
Asgari ücretle çalışanlar açlık sınırının çok altında canhıraş bir hayat mücadelesi verirken!!!
Güney Kıbrıs Tüm Avrupa ülkeleriyle gümrük ve vergilerini kaldırırken. Biz hala TC ile aramıza gümrük ve fahiş vergi duvarları örüyoruz! Neden acaba!
Ve hal böyleyken saray neyimize!!!
Saray yapınca bağımsız devlet olmaya adım atacakmışız!!!
İyi de, yolun yok yol almaya, saray neyine demezler mi adama!!
Karpaz yolu 10 yılı geçti, yılan ve yalan hikayesi oldu. O yolda can verenler ne şehit ne gazi,
oy yoluna gitti Niyazi!!
Girne, yeşil turizm beldesinden çıkıp beton yığını oldu.
Tarihi Lefkoşa kenti, ağaçsız, çorak çöl;
çevre estetik ve kültüründen yoksun.
Tarihi mekan ve binaları dökülüyor.
Mağusa desen ha keza!
Güzelyurt Allah’a Lefke haydaya emanet!
İskele emperyalizmin toprak yağması altında.
Kuzey sahil yolu ve şeridi artık yahudiye teslim.
Kısaca bahsettiğim bu sorunlar dururken.
Yüksek duvarlı saraylar, halkından zaten kopuk zihniyete sahip devlet otoritesini daha bir ulaşılmaz ve alakasız hale getirmez mi?
Hal böyle olunca da madem devlet saray duvarları ardına çekildi, hadi o zaman gemisini kurtaran kaptancılar çoğalır!!
Devlet için önce güçlü halk gereklidir.
Zırh duvarlı saraylar değil.
Halk güçleri bölünürse devlet güçsüzleşir.
İşte o zaman, saraylar, canınızı halkın hışmından koruyabilir belki ama
devlet adamlığı itibarınızı asla!!
Osmanlı dönemi İstanbul sarayları da hakikatlerden ayrı, normal yaşamdan izole,
İnsanlardan uzak, onların çilelerini görmeyecek bir topoğrafyada inşaa edilirdi.
Sonra ne oldu, o saraylara kapanan saltanat, yöneticileri, bürokratlar ve devlet otoriteleri günün sonunda konkordato, deyip, çekip gitti!
Sonra işgal, kurtuluş mücadelesi ve Cumhuriyet geldi!!
Bu gidişatın sonunda ne olacak peki?
Bileniniz var mı?
Yoksa, yine mi? Konkordato!!
Ya sonra!!
Konkordato nedir yahu!
Onu da bir zahmet araştır sevgili okuyucu!!
SPOR
21 Mayıs 2025SPOR
21 Mayıs 2025SPOR
21 Mayıs 2025FOTO GALERİ
21 Mayıs 2025FOTO GALERİ
21 Mayıs 2025FOTO GALERİ
21 Mayıs 2025EKONOMİ
21 Mayıs 2025